Fatih Canatan, 1948 yılında doğdu. Lisans öğrenimini, ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde, 1970 yılında tamamladı. 1971 yılında aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. 1975 yılında Londra Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı.
ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde, 1971-72 yıllarında Asistan, 1976-77 yıllarında Okutman, 1977-85 yıllarında Yardımcı Doçent, 1985-89 yıllarında Doçent olarak çalıştı. 1989 yılında Profesör oldu. 1995-2001 yılları arasında ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanı olarak görev yaptı.
1972-75 yılları arasında Londra Üniversitesi, UCL Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde, İngiliz Savunma Bakanlığı’na bağlı SRDE kuruluşunun Chieftain tankı anten sisteminin geliştirilmesi projesinde çalıştı. 1983 yılından itibaren, uzun yıllar Aselsan’da danışmanlık yaptı.
1990-94 yılları arasında Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği’nde milimetre bandında çalışan bir EDT/EKT prototipinin yapılması projesinde çalıştı ve kullanıcı ara yüzü ile algoritmaları geliştirdi. Başarıyla tamamlanarak faal olarak ilgili laboratuvarda bulunan bu cihaz çalışmasıyla, proje ekibi 1994 yılında Prof. Dr. Mustafa Parlar Vakfı tarafından ödüle layık bulundu.
2011 senesinde 1. sınıfın başlangıcında tanıştım eski danışman hocamla. Okulda tanıştığım ilk hocaydı aynı zamanda. Biraz tedirgindim haliyle, her zaman hocalardan çekinen biri olmuştum. Odasına girdim ve beni bilgisayar masasında piposuna tütün tıkıştırarak karşıladı. Gözlüğünün küçülttüğü gözleriyle, yün beresiyle, beresinin hemen altındaki az sayıdaki beyaz kıvırcık saçlarını bir arada tutan tokasıyla, yeleği ve ütülenmeye üşenilmiş pantolonunun üzerindeki tütün kırıntılarıyla karşıladı beni Canatan hocam ve bana söylediği ilk şey “Sen kimdin?” oldu. Daha sonraki seferlerde de bu soruyu sormaya devam edecekti bana, anladım ki senede 2 kere gördüğü öğrencileri pek aklında tutmuyormuş hocam haklı olarak, gerçi beni ilk defa görmüştü o gün. Sonra bir süre konuştuk, bir nevi “hoşgeldin” konuşmasıydı ama o bildiğimiz klişelerle dolu nasihat nutuklarından değildi. Tam Canatan tarzında bir sohbetti. Mesela hedefler koymak ve onlara ulaşmak için hunharca çalışmaktan hiç bahsetmemişti ama doğru kararlar vermekten, dilammalardan nasıl kurtulabileceğimden, ortalama kasmanın değil de bir şeyleri “by hearth” bilmenin öneminden bahsetmişti bir yandan piposuna tütün koyarken. Daha sonraki bütün danışman onaylarım buna benzer konuşmalarla geçti. Asla yargılamayan, nasihat etmeyen ama fazlasıyla yönlendirici ve ilham verici seanslar… Ortalamam düştü, “acaba nereye converge edecek” dedi, okulu uzattım, “umarım buna değmiştir, senin için kötü bir karar olmayabilir” dedi. O belki farkında değildi belki de tam olarak bende bırakmak istediği etkileri bırakacak kelimeleri kasıtlı olarak seçiyordu, emin değilim ama Canatan bir psikolog gibiydi, hatta biraz da dedem gibi. 1. sınıftaki intro dersini ondan almayı çok istedim ama denk gelmedi, daha sonrasında EMT’yi ondan aldığımda şanslı hissettim kendimi. Derslere gidip EMT’nin bana tamamen soyut gelen konularının yanında Canatan’ın öğrenciyken kıvırcık saçlı kızla beraber spherical koordinat sistemini cylindirical’a nasıl çevirdiğini, Bailey’s içip kedisiyle dans edişini, yanan paltosunu, bölümde boş bir labda tesadüfen bulduğu tekneyi, her baharda saksağanları izleyişini, dedesiyle tren garında trenleri izlediği ve dedesi öldüğünde de gidip trenleri izlediğinin hikayesini… bunun gibi hayatın içindeki, hayatı sorgulatan ve bir şekilde yola devam etmek gerektiğini içten içe sürekli vurgulayan hikayeleri dinlemek bana boş muhabbetten ziyade hayat dersi gibi geliyordu. Belki de ben çok anlam yüklüyordum, emin değilim. Daha Bailey’s alıp Dodurga köyüne ziyarete gidecektim Canatan’ı. Umarım gittiği yetde sevdikleriyle beraberdir. Huzur içinde yatsın.
ODTU EE’ye baska bir bolumden transfer olmustum. Fizik altyapim hic iyi degildi, bu yuzden elektromanyetik teori en korktugum dersti. Baska sectionda olmama ragmen, donemin ikinci dersini Fatih Hoca’mizdan dinlemeye karar verdim. Bu derste Fatih Hoca, olayi tarihsel gelisiminden alip, EE’nin diger dersleriyle iliskisine kadar bir cok yonuyle inceledi. Gunluk hayattan bolca ornek verdi. O sirada on dokuz yasinda idim; haliyle benim aklimda kalan Poynting vector maksimizasyonunu sahilde guneslenen guzel bir kadinin kollarini gunese tutmasiyla anlatmasi oldu. Dersin sonunda tahtanin solunda Maxwell denklemleri, saginda yapisal baglantilar (constitutive relations) vardi. Bir ders… Bu altyapidir, ufuk acmaktir. Gerisi teknik teferruattir, calisir yaparsin. Su an fizikte doktora yapiyorum, o tahta hep gozumun onundedir. Fatih Hoca’yla daha fazla etkilesim kurma sansim olmadi; ama o efsanevi ders, kendisisinin hayat uzerine kafa yormus, cok yonlu bir insan oldugunu anlamaya yetti. Ruhun sad olsun Hocam, ufuk acan insansin.
Fatih hocamiz cok kiymetli bir insandi. Hayata bakis acisi, dusunceleri cevrenizde gorebileceginiz cogu insandan, hatta neredeyse herkesten cok farkliydi. Fikir tartismalarinda genel kabullere muhalif olan kisi hep Fatih hoca olurdu. Fatih hocaya bir keresinde “siz bu tartismalarda aslinda taraf olmuyorsunuz, karsi tarafin kendi fikrini nasil savunacagini veya kendi fikrine ne kadar hakim oldugunu test etmek icin karsi tarafta bulunuyorsunuz degil mi?” diye sormustum. Kendisi de yanit olarak “sen beni cabuk tanidin” demisti. Bu diyalogtan sonra sevindigimi hatirliyorum. Kendisi icin fikir tartismalarin, tartismayi kazanmanin kaybetmenin onemi dahi yoktu diye dusunuyorum. Farkli goruslere, fikirlere, dogrulugu veya yanlisligindan bagimsiz olarak deger verebiliyordu. Bunun yapabilen kisi sayisi, yani taraftar olmadan bir fikri savunabilen, tartismayi kazanmayi ego meselesi yapmayan, celiskili fikirleri ayni anda aklinda tasiyabilen kisi sayisi cok az diye dusunuyorum. Zaten kendisi bu yuzden bilge bir kisi olarak aniliyor olsa gerek. Benim calismaya basladigim diyebilecegim 2006 yilindan, Fatih hoca emekli olana kadar, yani 2015 yilinin sonuna kadar; Fatih hocanin da icinde bulundugu bir grup hocayla her cuma gunu 3-4 saat kadar toplandik. Ankara’daki “meshur” bir savunma sanayi kurulusuna proje yaptik. Bu projeler esnasindan kendisinden cok seyler ogrendim. Ilk yillarda sigara yasagi daha gelmemisti. Toplantilarda bol miktarda sigara icilirdi. Fatih hoca ise pipo icerdi. Ben kendisinin yanindaki sandalyede o kadar uzun sure oturmusum ki toplanti ile pipoyu beynim birbirine bagdastirmis. Bir keresinde guzel bir kafede otururken pipo kokusu burnuma geldi ve aklima toplanti konularimiz gelmeye basladi. Bu durum tuhafima gitti, okuldan uzakta bir kafede oturup cay icerken, neden radar sisteminin parametrelerini bulma konusu aklima gelsin ki. Megerse hocanin piposu bende sartli refleks olusturmus Tek uzuntum Fatih hocanin ozellikle yeni nesil ogrenciler tarafindan cok da kiymetinin bilinmemis oldugunu dusunmem. Klasik bir tabir olacak ama hocanin gosterdigine degil ama parmagina bakan ogrenciler cogalmisti. Turkiye degismisti, dunya degismisti, nesiller degismisti. Bir probleme kafa yormaktan hoslanan nesiller yerine; bir problemi en kisa surede cozup, mumkunse en kisa surede unutup, bir sonraki probleme hazirlanmaya calisan ogrenciler gelmisti. Dikkati uzun roman okumaya yetmeyen nesiller vardi karsisinda. Yine de Fatih hocanin hicbir zaman ogrencilerden bu paragrafta yazdigim kadar bile sikayet ettigini duymadim. Herkese saygisi olan bilge bir insandi. Simdi UCLA’de doktora yapan bir ogrenci, lisans mezuniyetinden yillar sonra bolumumuzu ziyaret ettiginde bana Fatih hocaya cok benzer bir hoca buldugunu soylemisti. Bu sozun olumlu veya olumsuz manada soylenmis olabilecegini ilk basta anlayamadim. Ne demek istiyorsun diye sordugumda, “hayata felsefi olarak bakabilen ama muhendis olan bir hocam var, cok mutluyum” demisti. Yine sevindigimi hatirliyorum. Hocamizi anilarimizda yasatacagiz.
30.10.2020
Ahmet Ceran
2011 senesinde 1. sınıfın başlangıcında tanıştım eski danışman hocamla. Okulda tanıştığım ilk hocaydı aynı zamanda. Biraz tedirgindim haliyle, her zaman hocalardan çekinen biri olmuştum. Odasına girdim ve beni bilgisayar masasında piposuna tütün tıkıştırarak karşıladı. Gözlüğünün küçülttüğü gözleriyle, yün beresiyle, beresinin hemen altındaki az sayıdaki beyaz kıvırcık saçlarını bir arada tutan tokasıyla, yeleği ve ütülenmeye üşenilmiş pantolonunun üzerindeki tütün kırıntılarıyla karşıladı beni Canatan hocam ve bana söylediği ilk şey “Sen kimdin?” oldu. Daha sonraki seferlerde de bu soruyu sormaya devam edecekti bana, anladım ki senede 2 kere gördüğü öğrencileri pek aklında tutmuyormuş hocam haklı olarak, gerçi beni ilk defa görmüştü o gün. Sonra bir süre konuştuk, bir nevi “hoşgeldin” konuşmasıydı ama o bildiğimiz klişelerle dolu nasihat nutuklarından değildi. Tam Canatan tarzında bir sohbetti. Mesela hedefler koymak ve onlara ulaşmak için hunharca çalışmaktan hiç bahsetmemişti ama doğru kararlar vermekten, dilammalardan nasıl kurtulabileceğimden, ortalama kasmanın değil de bir şeyleri “by hearth” bilmenin öneminden bahsetmişti bir yandan piposuna tütün koyarken. Daha sonraki bütün danışman onaylarım buna benzer konuşmalarla geçti. Asla yargılamayan, nasihat etmeyen ama fazlasıyla yönlendirici ve ilham verici seanslar… Ortalamam düştü, “acaba nereye converge edecek” dedi, okulu uzattım, “umarım buna değmiştir, senin için kötü bir karar olmayabilir” dedi. O belki farkında değildi belki de tam olarak bende bırakmak istediği etkileri bırakacak kelimeleri kasıtlı olarak seçiyordu, emin değilim ama Canatan bir psikolog gibiydi, hatta biraz da dedem gibi. 1. sınıftaki intro dersini ondan almayı çok istedim ama denk gelmedi, daha sonrasında EMT’yi ondan aldığımda şanslı hissettim kendimi. Derslere gidip EMT’nin bana tamamen soyut gelen konularının yanında Canatan’ın öğrenciyken kıvırcık saçlı kızla beraber spherical koordinat sistemini cylindirical’a nasıl çevirdiğini, Bailey’s içip kedisiyle dans edişini, yanan paltosunu, bölümde boş bir labda tesadüfen bulduğu tekneyi, her baharda saksağanları izleyişini, dedesiyle tren garında trenleri izlediği ve dedesi öldüğünde de gidip trenleri izlediğinin hikayesini… bunun gibi hayatın içindeki, hayatı sorgulatan ve bir şekilde yola devam etmek gerektiğini içten içe sürekli vurgulayan hikayeleri dinlemek bana boş muhabbetten ziyade hayat dersi gibi geliyordu. Belki de ben çok anlam yüklüyordum, emin değilim. Daha Bailey’s alıp Dodurga köyüne ziyarete gidecektim Canatan’ı. Umarım gittiği yetde sevdikleriyle beraberdir. Huzur içinde yatsın.
30.10.2020
Aydın Cem Keser
ODTU EE’ye baska bir bolumden transfer olmustum. Fizik altyapim hic iyi degildi, bu yuzden elektromanyetik teori en korktugum dersti. Baska sectionda olmama ragmen, donemin ikinci dersini Fatih Hoca’mizdan dinlemeye karar verdim. Bu derste Fatih Hoca, olayi tarihsel gelisiminden alip, EE’nin diger dersleriyle iliskisine kadar bir cok yonuyle inceledi. Gunluk hayattan bolca ornek verdi. O sirada on dokuz yasinda idim; haliyle benim aklimda kalan Poynting vector maksimizasyonunu sahilde guneslenen guzel bir kadinin kollarini gunese tutmasiyla anlatmasi oldu. Dersin sonunda tahtanin solunda Maxwell denklemleri, saginda yapisal baglantilar (constitutive relations) vardi. Bir ders… Bu altyapidir, ufuk acmaktir. Gerisi teknik teferruattir, calisir yaparsin. Su an fizikte doktora yapiyorum, o tahta hep gozumun onundedir. Fatih Hoca’yla daha fazla etkilesim kurma sansim olmadi; ama o efsanevi ders, kendisisinin hayat uzerine kafa yormus, cok yonlu bir insan oldugunu anlamaya yetti. Ruhun sad olsun Hocam, ufuk acan insansin.
30.10.2020
Çağatay Candan
Fatih hocamiz cok kiymetli bir insandi. Hayata bakis acisi, dusunceleri cevrenizde gorebileceginiz cogu insandan, hatta neredeyse herkesten cok farkliydi. Fikir tartismalarinda genel kabullere muhalif olan kisi hep Fatih hoca olurdu. Fatih hocaya bir keresinde “siz bu tartismalarda aslinda taraf olmuyorsunuz, karsi tarafin kendi fikrini nasil savunacagini veya kendi fikrine ne kadar hakim oldugunu test etmek icin karsi tarafta bulunuyorsunuz degil mi?” diye sormustum. Kendisi de yanit olarak “sen beni cabuk tanidin” demisti. Bu diyalogtan sonra sevindigimi hatirliyorum. Kendisi icin fikir tartismalarin, tartismayi kazanmanin kaybetmenin onemi dahi yoktu diye dusunuyorum. Farkli goruslere, fikirlere, dogrulugu veya yanlisligindan bagimsiz olarak deger verebiliyordu. Bunun yapabilen kisi sayisi, yani taraftar olmadan bir fikri savunabilen, tartismayi kazanmayi ego meselesi yapmayan, celiskili fikirleri ayni anda aklinda tasiyabilen kisi sayisi cok az diye dusunuyorum. Zaten kendisi bu yuzden bilge bir kisi olarak aniliyor olsa gerek. Benim calismaya basladigim diyebilecegim 2006 yilindan, Fatih hoca emekli olana kadar, yani 2015 yilinin sonuna kadar; Fatih hocanin da icinde bulundugu bir grup hocayla her cuma gunu 3-4 saat kadar toplandik. Ankara’daki “meshur” bir savunma sanayi kurulusuna proje yaptik. Bu projeler esnasindan kendisinden cok seyler ogrendim. Ilk yillarda sigara yasagi daha gelmemisti. Toplantilarda bol miktarda sigara icilirdi. Fatih hoca ise pipo icerdi. Ben kendisinin yanindaki sandalyede o kadar uzun sure oturmusum ki toplanti ile pipoyu beynim birbirine bagdastirmis. Bir keresinde guzel bir kafede otururken pipo kokusu burnuma geldi ve aklima toplanti konularimiz gelmeye basladi. Bu durum tuhafima gitti, okuldan uzakta bir kafede oturup cay icerken, neden radar sisteminin parametrelerini bulma konusu aklima gelsin ki. Megerse hocanin piposu bende sartli refleks olusturmus Tek uzuntum Fatih hocanin ozellikle yeni nesil ogrenciler tarafindan cok da kiymetinin bilinmemis oldugunu dusunmem. Klasik bir tabir olacak ama hocanin gosterdigine degil ama parmagina bakan ogrenciler cogalmisti. Turkiye degismisti, dunya degismisti, nesiller degismisti. Bir probleme kafa yormaktan hoslanan nesiller yerine; bir problemi en kisa surede cozup, mumkunse en kisa surede unutup, bir sonraki probleme hazirlanmaya calisan ogrenciler gelmisti. Dikkati uzun roman okumaya yetmeyen nesiller vardi karsisinda. Yine de Fatih hocanin hicbir zaman ogrencilerden bu paragrafta yazdigim kadar bile sikayet ettigini duymadim. Herkese saygisi olan bilge bir insandi. Simdi UCLA’de doktora yapan bir ogrenci, lisans mezuniyetinden yillar sonra bolumumuzu ziyaret ettiginde bana Fatih hocaya cok benzer bir hoca buldugunu soylemisti. Bu sozun olumlu veya olumsuz manada soylenmis olabilecegini ilk basta anlayamadim. Ne demek istiyorsun diye sordugumda, “hayata felsefi olarak bakabilen ama muhendis olan bir hocam var, cok mutluyum” demisti. Yine sevindigimi hatirliyorum. Hocamizi anilarimizda yasatacagiz.